Gördüğün o metruk, yıkık dökük ev bu kadar eskimişse belki de içinde insan yok diyedir. Sanır mısın ki her zaman insan eve sığınır, kimsesizlikten yıkılan kaç ev tanırsın?
Yağmurlu bir havada sana doğru gelen bir eve sığınmak, içinde ne kadar büyük bir hatayı barındırabilir?
Bir yandan ıslanıp üşürken öbür yandan evin yıkılışına tanık olmak ne kadar mantıklı? Halbuki içinde bir soba yaksan ve penceresinden ışıklar saçsa bu ne kadar kötü olabilir?
Savrulup giderken yapraklar hayatta, eserken rüzgarlar, çamur yağarken gökyüzünden sıcak odanın penceresinden dışarıyı seyretmek ne kadar yanlış sayılabilir?
Hangi bina önce yıkılır ve hangi insan önce ölür bilinmez. Peki ne bilinebilir ki?
Neyi biliyoruz ki, neyin bilinmezliğinden bu kadar korkuyoruz?
Üşümek, titremek, döndüğümüz köşe başındaki köpekten korkmak ve bunlara alışmaya çalışmak ne kadar mantıklı?
Korkular neden var?
Merhemi; faydası olmaz korkusuyla sürmemek, panik yapmak ve yaranın kendi kendine iyileşeceği düşüncesi ne kadar geçerli?
Ya peki bu yarayla yaşamaya alışma çabası…
Bana kalırsa, ne yara kendi kendine iyileşir ne de bu yağmur durur.
Ali Erkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder