Geçmişe bir pencere açarak yazıya devam edelim. Çocukluğuma hatıralarıma gittiğim anda gözümün önüne üzerinde kırmızı bir heybe, üzerinde yiğitlerin bulunduğu bir kır at siluet görülür. İşte bu üzerinde Kırmızı heybe bulunan bir küheylandır. Cuma günleri, köylülerin varlıklıları bu küheylanlara binerek ilçemiz olan Bozkıra, Salı günleri de nahiyemiz olan Ahırlı'ya alış veriş yapmak için pazara giderlerdi zaman köyün ileri gelenlerinin atları üzerinde eyerlerinde bulunurdu. Kırmızı halı heybe, Kır atların üstüne koyulur, üstüne de binerlerdi.
Yapılan alış verişte, alınan ev tedarikleri bu heybeye konurdu. İyi heybe ve iyi at köyün zenginlerinde olurdu. Yani gurbette iyi para kazanırlardı. Köyde yapılan düğünlerde en iyi ata gelin binerdi. Düğünlere köylüyü davet edenler, bu halı heybeyi omzuna alır, içindeki bulunan çerez ve şekerden bir avuç düğüne davet için uğradığı, eve vererek düğün sahibi adına, düğüne davet etmiş olurdu. Evimde bulunan bu halı heybeyi, Rahmetli babam üç yaşında bir kurban koçunu akrabasına vererek satın almıştı. Bozkırın pazarı Cuma günü kurulurdu. Bozkırın köylüleri de ihtiyaçlarını Cuma günü, kurulan pazardan karşılamak için erkenden eşeğine ve atına biner, yollara düşerlerdi. Bazısı cebinde parası olduğu için alacağını alır, hemen köyüne geri dönerdi. Bazıları ise, tahıl götürür, satabilirse eksiği ve gediğini görebilirdi. Bazılarının cebinde parası da olmadığından ve götürdüğü tahılı da satamazsa, köyüne bir şey alamadan aç geri dönerdi. Bu olayları yeni neslin öğrenmesi için yazıyorum. Nerden nereye gelmişiz, Gelecekte bu ülke daha da ileri götürülecektir.
Eskiden, Bozkırda her evin altında ahırlar bulunurdu. Köylerden gelenler, belirli bir para karşılığında at ve eşeklerini bu ahırlara bağlarlardı. Cuma güleri Bozkırda demircilerin dövdüğü örsten dolayı her taraf tabii bir müzik ses setine dönerdi. Çünkü köylüler, saban demiri, pulluk demiri, nacak ve tahrasını keskinleştirmek için demircilere getirirlerdi. Hayvana nal çaktırmak, ayrı bir müzik sesi gibiydi. Mehter yürüyüşü gibi, nalbantlar ve demirciler iki vurur bir dururlardı. Bozkırda pazardan en fazla köye götürmek için satın alınan yiyecekler keşir, yani havuç, şalgam, pırasa, çarşı ekmeği, helva ve bir de şeker olurdu.
Çocukluğumuzda, Köyün yollarında çocuklar pazarcıların dönüşünü beklerlerdi. Dönenlerde, aldıkları sorma şekerlerini heybelerinden çıkarıp atar. Çocuklarda atılan şekerleri kapışırlardı. Köyde atlara çok önem verilirdi. Şimdi nasıl arabanın modellerine göre, değer biçilirse, o zamanlarda atın yürüyüşüne ve görüntüsüne göre değer biçilirdi. Bizimde alnında beyazı olan bir atımız vardı. Böyle atlara sakar denilirdi. Düğünlerde gelinler ata binmeden önce, köyün harmanlarında çocuklar atları bir müddet alıştırmak için sürer, alıştırırdı. Her ata yeni evlenmiş gelin yakını tarafından bindirilirdi. Ata binen gelinler, adeta ortalığı papatya gibi beyazlara bürünürdü. Ortalık beyaz kuğular gibi olurdu. Gelinler ata binmeden önce, at sahiplerinin erkek çocukları, atlarına biner, köyün meydanlarında usta binciler gibi koştururlardı. Böylece köy çocuklarının kişilikleri ve kendine öz güvenlerini kazanmış olurlardı.
Çocukluğumuzda, köylerde elektrik olmadığı için aydınlatma aracı olarak çokça kandil, lamba, bazı evlerde de lüks aydınlık aracı bulunurdu. Bu aydınlık araçlar, camları her akşam karanlık bastırmadan önce, sabunlu su ile yıkanırdı. Çünkü yanan araç, islenen lamba camı, aydınlık vermezdi. Köylerde düğünler, üç gün, üç gece olurdu. Damadın damına Türk bayrağı dikilir. Aynı damda davulcu da, davulu çalmaya başlardı. Çalgıcılar ve köçekler de gına gecesinde yatsı namazından sonra oynayacağı yerde hazır olurlardı. Düğünler genellikle, Kış günleri olurdu. Kına geceleri gece olurdu. Havalar soğuk olmasına karşılık, kadınlar damlarda, erkekler harman yerinde, oyunu zevkle seyre ederlerdi.
Kına gecelerinde, herkesi korkutan durum ise, kendini bilmezlerin olur olmaz yerlerde silahlarını ateşlemesiydi. Böyle olunca da, yaralanma, hatta ölümlere varan olaylar meydana geliyordu. Köçeklerin bazıları kız fistanları giyerek oynardı. Bunlardan hatırımda kalan Kuşçalı, diğeri Yalı Yüklüydü. Gerçekten de oynadıkları oyunun hakkını verirlerdi. Bahar ayı olan Nisan ayı gelince, Yakın Köylerdeki komşu Okul öğretmenleri, öğrencilerle birlikte, köyün yakınında bulunan çimenliklerde bir araya gelir. Komşu okul öğrencilerine güreş yaptırırlardı. Kendi aralarında çocuklar, oyunlar oynar, ilk arkadaşlık ve dostluklar böylece kurulurdu. Bazan da öğretmenler dersleri kırlarda yaparlardı. Bu arada, dağlardan mantar toplanırdı. O zaman dağlarda çok mantar olurdu.
Yazın genellikle her yerden pınarlar fışkırır, eriyen kar sularıyla, dereler çağıl çağıl çağlardı. O zamanın Kışlar da, bugünkülere benzemezdi. adam boyu kar yağardı. Millet damları kürümek ve yuvak yuvmaktan bıkardı. Karın fazlalığından dolayı özellikle tilki ve kurtlar köylere kadar inerdi. sık sık tavuk çalarlardı. Mart ve Nisan aylarında güneşte erimeye başlayan karlar, tane tane olurlardı. Bazıları karı sade yer, bazımızda pekmezle karı karar, öyle yerdik. Velhasıl o zamanlar köylerde, dünya nimetleri bu kadar çok görülmezdi. Fakat köylerin manevi havası, günlük yaşayışın her alanında görülürdü. Büyükler büyüklüğünü bilir, küçüklerde küçüklüğünü bilirdi. Yanlış yapan çocukları, köyün büyükleri uyarır, hatta döverlerdi. Çocuk ebeveyni bundan memnun bile olurdu. Velhasıl köylerde hayat böyle yaşanırdı.
Cemal Çalışkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder