İller

7 Temmuz 2024 Pazar

OKUMAK İÇİN HAYATIN TÜM OLUMSUZLUKLARINA RAĞMEN YILMADIK


M. Emin Karabacak

Bir gün dernek yönetimi arkadaşlarımızın da bulunduğu bir sohbet ortamında Sabri hocama; "Hocam biz de Bozkır İHL'de okuduk. Sizinle aynı sınıfta olan Mustafa Avcu ve Mustafa Acıbadem hocalarımı hatırlıyorum fakat sizi pek hatırlamıyorum." dedim.
 
Sabri Hocam da; "Hocam siz orta 1'e başladığınızda biz lise 3'te idik. Ben top oynamayı sevmezdim. Siz onlarla top oynardınız. Siz o arkadaşlarla top oynarken ve köye gidip gelirken birlikte oluyordunuz. Birde siz okula başladığınızda biz Konya'ya göçmüştük. Birlikteliğimiz fazla olmayınca hatırlayamamanızda normaldir." dedi.
*

O zaman hocam sizi biraz tanıyabilir miyiz?
*
Hocam ben Sabri Erdem. Eski soy ismimiz KOCAKAFA idi. Demirciler Mahallesi'nde otururduk. Rahmetli babama CADALA derlerdi. CADALA'nın anlamı Kur'an'da mücadele eden anlamına gelmektedir. İlkokulu köyümüzde okudum. Kur'an-ı Kerimi Nebiler Odasında rahmetli Kerim Hocamdan öğrendim. 1978 yılında Bozkır İmam Hatip Lisesi'nin orta 1'ine başladım. 1982 yılında Konya'ya göçtük. 1985 yılında da Bozkır İHL'den mezun olduk. İmam Hatibi bitirdikten sonra Mardin'de 2,5 yıl görev yaptım. 1988 yılında da Cihanbeyli'ye geldim. Elhamdülillah 37 yıl imamlık yaptıktan sonra 2023 yılında Cihanbeyli'de görev yaparken emekli oldum. 2014 yılında arkadaşlarla kurduğumuz derneğimizde hâlen başkan yardımcısı olarak köylümüze ve öğrencilerimize hizmet etmeye çalışıyoruz.
*
Hocam okumak deyince sizin aklınıza ne geliyor. Sizin okuduğunuz dönemi de içine alarak bir değerlendirme yapar mısınız?
*
 Okumak deyince herkesin aklına farklı işlevi olan eylem gelse de bizim aklımıza öğrencilik yıllarımızdaki hayatla mücadelemiz gelir. Yani okumak için fedakârlık gerekirdi. Başka bir ifade ile kâr elde edebilmek için fedâ etmek gerekiyor.
*
Okumak için fedakârlıktan bahsettiniz. Bunu biraz açar mısınız dediğimizde Sabri Hocam; günümüzdeki gibi ne iletişim ne de imkânlar bu kadar gelişmişti. İlkokulu bitirmişsin ve ortaokul 1. sınıfa başlamışsın. Bunda ne var demeyin. Daha hayatın ne olduğunu bilmeden hayatın içinde buluyorsun kendini. Günümüz öğrencilerinin okumaları için ailelerin ve devletin bütün imkânların seferber edildiği gibi bir seferberliğimiz yoktu. Ceketimi satar seni yine okuturum diyen babalarımızın doğru dürüst giyecek ceketleri yoktu. Saçımı süpürge ederim diyen annelerimizde yokluk ve sıkıntıdan süpürge edecek saçları kalmamıştı.
*
Daha ergenliğe girmemiş ve dini vecibelerin sorumluluğunu almamış çocuklara kendi ayakları üzerinde durmasını ve dururken de okuması istenmiş. Namazın, orucun farz olmadığı bu çocuklara öyle bir sorumluluk veriliyor ki verirken de aileleri yanlarında duramamış. İşte biz okuma hayatına böyle başladık.
*
Ailemizin ilçede tuttukları 2 odalı evde aynı yaşlardaki arkadaşlarla; sabah erkenden kalkacaksın, kahvaltıyı hazırlayıp yapaksın,  sonra alel acele sofrayı kaldırıp okula gideceksin. Öğle arasında tekrar eve gelip öğle yemeğini hazırlayıp yiyeceksin. İkindi okul dağıldığında ise kimimiz bulaşık yıkayacak kimimiz caminin önünde su dolduracak kimimiz yemek yapacak… derken zaman kışsa damı kürüme, damı yuğma, soba yakma da eklenince omuzlarımızdaki yükler daha da ağır olurdu. Buna birde maddi imkânsızlıklar da eklenince işimiz iyice zorlaşmaktadır. Bu işlerden kalan zamanlarda da derslerimize çalışırdık. Anlayacağınız kendimize hem baba hem anne hem de öğrencilik yapıyorduk. Baba gibi eldeki imkânlar ölçüsünde evin bütçesini ayarlıyorduk, anne gibi ev işleri yapıyorduk, öğrenci gibi derslerimize çalıyorduk. Yani bugünün öğrencileri gibi prens ve prenses olarak yetiştirilip yediğin önünde yemediğin arkanda, elinde son model telefon, cebinde bol harçlığımız hiç olmadı.
*
Bütün bunların yanında anne babamızın eti senin kemiği benim diyerek teslim ettikleri bazı hocalarımızın bize karşı tavırları ve dayakları da hayatımızın tuzu biberi oluyordu.
*
Hocam hayatın tuzu biberi deyince sanki sizde okurken iyi bir dayak yemişe benziyorsunuz gibi algıladım. Ne dersiniz? Doğru. Ben tam oraya gelecektim.
*
Malumunuz Bozkır'ın pazarı Cuma günleri. Genelde ailemizle irtibatımızda Cuma günleri olurdu. O zamanları telefon olmadığı için gelip gidecekleri Cuma günü hallediyorduk. Ailemiz bir şey gönderecekse ya da biz çamaşırlarımızı göndereceksek Cuma günlerine ayarlardık. Çünkü köylülerimiz ihtiyaçlarını gidermek için Cuma günleri Bozkır'a gelirlerdi.
*
Aslında Cuma günü bizim için sıkıntı idi. Çünkü öğle arası Cuma namazı olduğu için köylülerimizle görüşmek içinde zaman kalmıyordu. Yine bir Cuma günü öğle okuldan çıktık yemeğimi yedim namaz için camiye gittim. Cuma namazını kıldıktan sonra köyümüzün minibüsünün durduğu tulumbanın oraya gittim. Kim var kim yok ailem bir şey göndermiş mi derken biraz oyalanmışım. Baktım okul zamanı geliyor hemen okula gittim. Sınıfın kapısını çaldım içeri girdim. Edebiyat öğretmenimiz Ömer ATABEK yoklamayı yapmış beni de yok yazmış. Genelde de köye gidecek öğrenciler, Cuma günü öğleden sonra derse girmedikleri için hocamızda beni köye gitmiştir diye beni de yok yazmış.
*
Not: Günümüzdeki gibi köylere devletin okul servisleri yoktu. Köy minibüsleri okul çıkışları ikindiyi beklemezlerdi. Köye gitmek istiyorsan Cuma günü öğleden sonra okula gitmemek gerekirdi.
*
Oğlum geleceğini bilseydim yoklamayı yapmazdım. Ama sen git okul idaresinden bir geç kâğıdı al gel de, yarım gün yok yazılmayasın dedi.
*
Bende sınıftan çıkıp doğruca müdür yardımcısının odasına girdim. Geç kaldığımı ve geç kâğıdı istediğimi söyledim. Müdür yardımcımızda neden geç kaldığımı sordu. Ben de namazdan sonra köyümüzün minibüsüne uğradım acaba anne babam bir şey gönderip göndermediğine bakmak için dedim.
*
Müdür yardımcımız da bana yalan söyleme dedi. Ben de ne zaman yalan söyledim ki dememle birlikle yüzüme öyle bir tokat attı ki bırakın yıldızları saymayı sanki ağzımdan dişimin biri füze gibi çıkıp dudağımı parçalamış gibi hissetim. Hissetmemle birlikte ağzımdan ve burnumdan kanlar gelmeye başladı.
*
Hemen ağzımı ve burnumu tutarak lavaboya gittim. Baktım dudağım patlamış. Bir taraftan ağlıyorum bir taraftan da ağzımı ve burnumu yıkıyorum kanı durdurmak için. Benin sınıfa gitmem gecikince hocamız idareye öğrenci göndermiş nerde kaldı bu diye. Müdür yardımcımızda lavaboya bak git demiş. Arkadaşımız benim ağzımı yüzümü kanlar içinde görünce hemen hocamıza haber etmiş. Hocamız hemen geldi beni kanlar içinde göründe ne oldu oğlum sana dedi, ben de hocam bir geç kâğıdı istediniz başıma bunlar geldi dedim.
*
Hocamızda direk idareye gidiyor ve müdür yardımcısı ile tartışmaya başlıyor. Altı üstü vereceğiniz bir geç kâğıdı bu kadar zor mu? Anne babaları bize bunların dövmek için mi gönderiyor. Ne olurdu verse idin. Yazık değil mi bu çocuğa gibi cümleler kurduğunu duyuyordum.
*
Hocam sonra müdür yardımcısı seni çağırıp özür diledi mi dediğimde ne özrü… O zamanları hocaların öğlencilerden özür dilemesi imkânsız gibi bir şeydi. Çünkü onların gözünde biz ya bu deveyi güdeceğiz ya güdeceğiz ve yine de güdeceğiz. Bu diyardan gitme diye bir şansımız yoktu.
*
Bugün o olayı hatırladıkça hâlâ içim acıyor. Bütün olumsuzluklara rağmen okuduk. Keşke olmasaydı, değer miydi bilmiyorum. Ama yine de iyi ki okumuşum diyorum. Çünkü en azında 37 yıllık imamlığım döneminde insanlara faydalı olmaya çalıştım. Bugün de SÖĞÜT EĞİTİM DER yönetimi olarak bizim yaşadığımız sıkıntıları köyümüzün çocukları yaşamasın istiyoruz.  Köyümüz öğrencilerine sadece burs vererek değil her konuda maddi ve manevi olarak yanlarında olduğumuzu hissettirmek istiyoruz. Onlardan da tek istediğimiz dernekte görev alarak ve derneğimizi ayakta tutarak hizmete devam etmeleridir. Bunlara ilaveten amacımız öğrencilerimizin ve siz değerli hemşerilerimizin duasını, Rabbimizin de rızasını alabilmektir. Bunu başarabilirsek ve öldükten sonra amel defterimizi kapattırmazsak biz de kul olarak görevimizi yapmış oluruz.
*
Bu vesile rahmetli anne babama, rahmetli Kerim hocama ve ÜZERİMDE AZ ÇOK EMEĞİ OLAN HERKESTEN ALLAH RAZI OLSUN.  Ölmüşlerse Rabbim rahmetiyle muamele etsin. Yaşıyorlarsa Rabbim sıhhat, sağlık ve hayırlı ömürler versin.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder